Hayat dediğin bir bilançodan başka nedir ki?
Gökçe Şenoğlu
Muazzez İlmiye Çığ, kendi deyimiyle dünyanın en uzun yaşayan insanlarından biridir. Bu uzun ömür boyunca heybelerinde birikenler ‘Yaşadım Demem İçin Ne Yapsam? / 100+ Yılın İzinde Hayatı Güzelleştirmenin Yolları’, gazeteci Büşra Sanay’ın sorularına verdiği yanıtlarla somutlaştı.
Yazarken de konuşurken de pek bir şey anlamamak mümkün ama 1914’te doğup 2023’te hala hayatta olmak başlı başına bir olay olsa gerek. Muazzez, kitaba yazdığı önsözde buna çarpıcı bir şekilde dikkat çeker: “1914’te doğdum. Hayata gözlerimi açtığımda Birinci Dünya Savaşı başladı.”
Evet, konuşmanın konusu Birinci Dünya Savaşı kadar eski bir bilim adamının hayata dair anlattıklarıdır. Gazeteci Büşra Sanay, Muazzez İlmiye Çığ ile yaptığı sohbetleri bu iş için uzun bir yolculuğa benzetiyor ve şunları söylüyor: “Bir bakıma hakkında soru sorduğunuz kişinin hayatına da tanıklık etme fırsatı verdi.”100. yılını kutlamaya hazırlandığımız Cumhuriyet’in doğuşuna tanık olmuş, üstelik bu yüzyılı gün be gün yaşamış bir insanın hayatına tanıklık etmek son derece heyecan verici olsa gerek.
20. yüzyılın başları Anadolu insanı için kolay bir dönem olmadı. Bitmek bilmeyen savaşlar ve nihayet işgal, maddi ve manevi her şeyi tüketirken, buna bir de siyasi çalkantı eklendi. Altı asırlık bir imparatorluğun büyük bir gürültüyle yıkılması küçümsenecek bir şey değil. Bugünden bakıldığında harap olmuş bir imparatorluğun yerine modern bir cumhuriyetin kurulması elbette ki büyük bir destandır. Muazzez İlmiye Çığ çok objektif bir bakış açısına sahip: “Yaşandığında felaket olan kurtuluş mücadelesi yılları bugün tarihi onurumuza dönüşmüştür.” Nitekim bu tür; hem Anadolu insanı için hem de Çığ’ın bireysel hayatı için. Küçük yaşta savaş korkusuyla doğup büyüdüğü Bursa’da doğup büyümeden önce Eskişehir’e, ardından Ankara’ya göç etmek zorunda kalan Çığ, “Pis göçmenler!” kendisine hakaret ettiğini söylüyor. Kendi topraklarında göçmen olan insanların hikayesi bu. Ancak o küçük muhacir sebat eder, okur, ilme aşık bir hayat yaşar ve işte bildiğimiz Muazzez İlmiye Çığ’ı gelir. 1914’ün karanlık ortamında kızına “İlmiye” adını veren bir babaya sahip olmak Muazzez İlmiye Çığ’ın şansı olabilir mi? Kim bilir?
‘DÜNYADAKİ YERİMİZİ İZLİYORUZ’
Kitap boyunca Avalanche’ın hayata dair çok net fikirleri olduğunu görüyoruz. Anlamlı bir hayat yaşamanın nasıl bir şey olduğunu sorgulamaya çalışırken “dünyadaki yerimizin izini sürmek” tabirini kullanıyor ve şunları söylüyor: “Hayatın anlamının üretmek ve sevmek olduğunu düşünenlerdenim.” Bir “Cumhuriyet kuşağı”ndan bahsedecek olursak, onu Avalanche’tan daha iyi temsil edebilecek çok az kişi vardır. Bunlar bu neslin ortak özellikleri değil mi? Çok çalışmak, çok üretmek ve insanları sevmek. Muazzez İlmiye Çığ’ın büyük bir sevgiyle andığı çok sevdiği eşi Kemal Çığ için yaptığı kayıt bu iddiaya bir örnek: “Rahmetli eşim Kemal Çığ emekli olduktan sonra ‘Muazzez biz artık devlete yük olduk’ derdi.”Dahası var: “Sanki onun içinde doğmuş gibi, emekli olduktan kısa bir süre sonra vefat etti.” Günümüz dünyasından ve içinde yaşadığımız toplumdan ne kadar uzakta? Edebiyat öğretmeni olan Kemal Çığ, Topkapı Sarayı Müzesi’nde birçok farklı görevde bulunduktan sonra 1973-78 ortalarında müze müdürlüğü yaptı. Yani hayatını genç cumhuriyetin kültürel gelişimine adamış bir insandır. Ve bir gün emekli olduğunda topluma yük olacağı konusunda karamsar bir Türk aydını.
Muazzez İlmiye Çığ’ın “mutluluk-mutsuzluk” konusunda çok objektif bir tavrı var. “Sürekli mutluluk hali yaşama aykırıdır” tespitini yapıyor ve burada da özellikle istikrarın değerinin altını çiziyor. Çalışmaktan memnuniyet duyduğunu defalarca dile getirirken, maddi refahı mutluluğun ön koşulu olarak görmenin bir çıkmaza dönüştüğünü ve bu durumun re’sen bir mutsuzluk kaynağı haline geldiğini söylüyor. Nitekim Wilhelm Schmid’in de belirttiği gibi: “Mutluluk önemlidir, ancak anlam daha önemlidir.”(bir)
‘GİTME’ MESELESİ
Son yılların en önemli tartışma konularından biri de ülkeyi terk edenler ve ülkeye gelenler. Bir yanda düzensiz göçün yarattığı yeni durum, diğer yanda “nitelikli beyinlerin” ülkeden kaçtığı yönünde derin bir endişe var. Türkiye’den özellikle Avrupa ülkelerine göç etmek isteyenlerin elbette birçok haklı sebebi bulunmaktadır. Muazzez İlmiye Çığ da böyle düşünüyor. Ülkenin içinde bulunduğu durumun insanları başka ülkelerde yaşamaya ittiğinden bahsediyor ve iki temel sorunu tespit ediyor: “Adalet duygusu temelden sarsıldı ve gelir eşitsizliği zirveye ulaştı.” Ayrıca kurallar, özellikle bu iki temel sorun iyileştirilmedikçe kimsenin geri dönmeye davet edilemeyeceğini söylüyor. Tam burada Büşra Sanayi şu soruyu soruyor: “Vatan sizce neresidir? Doğduğumuz yer mi, karnımız doyurulduğumuz yer mi?” Bu çok eski bir tartışma konusu. Vereceğiniz cevap sizi vatana ihanetten şovenist damgalanmaya kadar yanlış yerlere gönderebilir. Avalanche bunu şöyle tanımlar: Nereden beslendiğimize değer veriyoruz. Orayı evimiz olarak biliyoruz. Belki de hayatımızı doyduğumuz yerde geçiriyoruz. Ama vatanımız doğduğumuz yerdir.”
Günümüzde ülkeler ve toplumlar arasındaki geçişin arttığı bir gerçektir. Bu nedenle başka bir ülkede yaşamak eskisi kadar zor (belki de imkansız) olmayabilir. Ancak yetiştirilen kültürle en azından manevi bir bağ olduğu ve bunun kolay kolay silinemeyeceği bir gerçek olmalıdır. Zülfü Livaneli’nin İsveç’te yaşayan siyasi mülteci Sami adlı kurgusal karaktere verdiği cümle geliyor aklıma: “Ben de nefret ederek ülkemi terk etmiştim ama bunca yıldan sonra kimsenin topraklarını tamamen terk etmesinin mümkün olmadığını anladım.”(2)
Son söz yine Muazzez İlmiye Çığ’ın: “Bence insan hayatı bir dizi istikrar olmalı.”
kaynaklar
bir.Wilhelm Schmid, Mutsuz Olmak/Cesaretlendirmek, 9. Baskı, İrtibat Yayınları, İstanbul, 2018, s.11.
2.Zülfü Livaneli, Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm, 5. Baskı, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 2022, s.126.